Bu başlığa bir ilave yaparak "Bir yoksul adam"da diyebiliriz. Bir zamanlar Kadıköy'ün güzel ve en şairane yerlerinden biri olan Şifa'nın yüksek bir sahilinde bulunan kahveden, Kalamış'ın zamanımızda çoktan tarihe karışmış manzarasını seyreden bu yorgun ve yoksul adam unutulanların kafilesine katılmışlardan biri olan Ahmet Rasim'dir. Yusuf Ziya Ortaç'ın "Bir soylu azınlık" diyerek bahsettiği o zor günlerin çok az sayıdaki yazarlarının ve şairlerinin yoksulluk zaten müşterek ve değişmez kaderiydi. Ahmet Rasim, pek çoğu zamanımıza kadar gelmiş, güfteleri de kendisine ait yetmişe yakın şarkının bestekârıdır. Kütüphanelerde unutuluşun, terkedilmişliğin acısıyla boynu bükük duran yüzlerce kitabın, 1865'de başlayıp 1932'de son bulan çok renkli, çok nükteli bir ömrün de sahibidir.
Dünyaya gözlerini açışında bir babadan mahrumdur. Babası annesini o doğmadan boşayıp İstanbul'u terk etmiştir. Her gittiği yerde evlenen hayırsız bir adamdır. Hatıralarındaki bu satırlar o günleri hiç unutmadığını gösterir. "...Daha küçüktüm. Henüz sekiz, dokuz yaşında vardım. Ana yavrusu, Ah! Anamı pek severim. Benim hem babam, hem de en büyük veliyyetün nimetimdir. Onun el dikişi dikerek beni beslediğini bilirim. Ben afacan, zavallı kadın, maişetini istila eden mihnet-i zaruret arasında komşulardan tekdir işitirdi. Benim için onu azarlarlar. Ya birinin çocuğunu döğerim, ya top oynarken camını kırarım, Mektepten kaçarım. Bir kere kaçtım nu artık haftalarca gitmem. Gitsem dayak var..." Zavallı kadın söz dinlemeyen oğluna "Oğlum Rasim; dünyada iki dalım var, biri sen, biri Yusuf. Fakat o babasının yanında. O zengin. Bak ben fakirim. Oku adam olmağa çalış yavrum... Ben de ölürsem, sen sonra sefil kalırsın. Yaramazlık etme, beni üzme... Ötekinden berikinden söz işittirme... Sonra hırpalanıyorsun... Zaten dayak yemekten kuru kemik kaldın" diyerek yalvarırmış.
Ama bu laf söz dinlemeyen, tabanlarını bir türlü falakadan uzak tutamayan çocuk, Mahalle mektebinden sonra girdiği Darüşşafaka'dan yakınlarını şaşırtarak birincilikle mezun olmuştu. Bu sevincini "Muharrir, şair, edib" adını taşıyan matbuat yani basın hatıralarında anlatır…