Yazar | : | Mehmet Demirkol |
İsbn | : | 975050075x |
Yayın Tarihi | : | 2002 |
Dil | : | Türkçe |
Sayfa Sayısı | : | 173 |
Ölçü | : | 13 x 19,5 cm |
Yayınevi | : | İletişim Yayınları |
İtiraf etmeliyim ki şanslıydım... Hepinizden daha şanslıydım. Evet, Dünya Kupası, onun insanı günlük hayatın dertlerinden bir aylığına da olsa alıp götüren büyüsü, futbola gönül vermiş herkes için dört yılda bir kapıyı çalan muazzam bir şans olarak görülebilir. Ama benim kastettiğim o değil... Benim şansım çok başkaydı... Yaklaşık bir ay boyunca Dünya Kupası'nı yerinde izleyen Mehmet Demirkol'un Güney Kore ve Japonya'dan yazdığı mektupları, bütün tiryakilerinden önce okuyordum. Hem de neredeyse 24 saat önce... İşte bu, kupa boyunca artan iş yükümün, zaman zaman insanın aklını kaybetmesine yol açacak kadar yükselen tempomun tek panzehiriydi. Yorgunluktan bütün kaslarımın tek tek ağrıdığını hissederken bile, yatağımdan fırlayıp bir an önce işe gitmeyi deli gibi istedim her sabah... Çünkü biliyordum ki, orada faksın üzerinde Mehmet'ten gelmiş iki sayfalık mektubu bulacağım ve o güzelim satırları okuduktan sonra, güne iyi, hem de çok iyi başlayacağım. Bundan daha büyük şans olur mu?
Aslında pek alışkın olmadığım bu 'her sabah kendini iyi hissetme' hali yalnızca bana ait değildi, kısa sürede fark ettim. Mehmet'in, bu kitapta tamamını bir arada bulacağınız mektuplarını okuyan herkes, o günden başlayarak Radikal'in en arka sayfasının tiryakisi oluyor, okuduklarını birbirine anlatmaya başlıyor ve halka halka genişleyen bu iletişim, mutlaka tebessümle renkleniyordu. Futbol, gerçekten de futbol olmaktan çıkmış, o satırlardan benzersiz ve karşı konulamaz bir insan sıcaklığı yayarak bir şölen, bir düğün yemeği, bir karnaval, kim bilir, belki de bir Emir Kusturica filmi haline gelmişti... Mehmet'in dozunda bir mizah sosuna buladığı keskin gözlemlerinde, hiç tanışamayacağımız insanlarla el sıkışıyor, hiç yiyemeyeceğimiz yemeklerin tadına bakıyor, hiç gidemeyeceğimiz otellerde geceliyor, hiç binemeyeceğimiz trenlerde koridorda sigara içecek yer arıyorduk! Ve mutlaka 'insana' dokunuyorduk. Bizden çok uzaklarda, çok farklı diller konuşan, çok farklı sevinç ve kederleri olan insanlara...