Yazar | : | M.Ş. İpşiroğlu, S.Eyüboğlu |
Dil | : | Türkçe+Fransızca |
Sayfa Sayısı | : | 153 |
Ölçü | : | 17,5 x 23,5 cm |
Yayınevi | : | İst. Üniversitesi Edebiyat Fakültesi |
Garplıların Şark sanatı üstüne yazdıkları eserlerin ortak taraflarından biri, sanat eserlerini, insani özlerinden, duyuş ve düşünüşlerden sıyırarak sadece bir şekil, bir mücerret nakış olarak ele almalarıdır. Bu yüzden bu kitaplarda, Avrupa sanatı tarihlerinin aksine, sanat eserlerinin belli bir kültür akışı içindeki yerleri, tarihi manaları, nasıl bir gelişme içinde bulundukları üzerinde fazla durulmaz, müzelerin demirbaş defterlerine yazılan eserlerin dış şekillerini tespit eden tarihi ve tasviri notları andıran bilgilerle yetinilir. Bu bakış içinde sanatkârın kendisi ya büsbütün silinir yahut da sadece bir isim olarak kalır. Hayatları, devirleri, hükümdarlarla münasebetleri hakkında sözlü ve yazılı vesikalar verilse bile eserle sanatkâr arasında bir münasebet kurulmaya çalışılmaz. Sanatkârın hangi tesirler altında kaldığı anlatılırken, bunların hangi zaruretlerle, ne dereceye kadar ve hangi özelliklerle benimsendiği söylenmez. Bu yüzden Şark memleketleri arasındaki sanat girişmeleri, çok defa tesadüflere bağlı bir alış veriş gibi görünür. Hatta bazan şu veya bu tesir, sanatkârın menşeiyle izah edilir. Eserlerin, tarih ve coğrafya sırası içinde değil, üslup özellikleri ile görüldükleri zaman da, bir takım toptancı sınıflandırmalara gidilir, Rumi, Hatai gibi cins ayırmaları içinde yine sanat eserinin tekliği, içten içe gelişmesi ve insani özü kaybolur. O kadar ki çok defa sanat tarihlerinde değer hükümlerinin, bir üsluba uygunluk derecesine göre verildiğini görürüz. Bir botanikçinin elindeki bitki gibi belli bir familyaya tam manasıyla girmeyen, norm dışı eserlerse, çok defa kenarda bırakılır yahut eksiklik veya acemilikle izah edilirler.
Bu şekilci ve toptancı görüşlerin, hak verdirici bir tarafı olduğu inkâr edilemez. Şarkta sanatın geleneklere her yerden daha fazla bağlı kaldığı, sanatkârın kolay kolay normlar dışına çıkmadığı bir gerçektir. Yazıda, musikide, minyatürde, halıda, mimaride yüzyıllarca tekrarlanmış, dindarca bir sadakatle çoğaltılmış şekiller, renkler ve makamlar hemen göze çarpar. Sanatkârlar da kendiliklerinden esere ferdi bir damga vurmaktan kaçınmışlardır. Rönesans'tan sonra gittikçe artan ve asıl sanat değerini sanatkâr şahsiyetinde bulan...