Ahmet Haşim'in Ruh Ülkesi
Bilmem başka edebiyat hocaları da aynı hadiseye şahit olmuşlar mıdır? Ben şahsen şunu gördüm: her yıl karşıma gelen gençler, ayrı çehrelere ayrı şahsiyetlere sahip olmakla beraber, hemen hepsi de Haşim'i sevmekte birleşiyorlardı. Haşim, onlar için başka şairlerden ayrılan müstesna, hakiki şiiri temsil eden bir insandı. Onların bu kanaatleri, edebiyat bilgilerinden ziyade, doğrudan doğruya onun şiirlerini okumaktan gelen bir hisse, yaşantı veya tecrübeye dayanıyordu. "Merdiven', "Bir Günün Sonunda Arzu', "Yollar" veya "O Belde"yi okuyanlar; şiir denilen şeyi, adeta su, ağaç, kuş veya rüzgâr gibi bizzat hissediyorlar ve onlardan almış oldukları intibaı unutmuyorlardı. Haşim'le temas, onlarda tam kendisinin istediği tesiri uyandırıyordu.
Bir şairin, gerçek bir şair olduğunu bu tecrübelerden daha iyi ne gösterebilir?
Şiir, her şeyden önce sevilen, tekrarından bıkılmayan güzel bir musiki gibi, içine girilince duygularımızı değiştiren bir oluştur. Düşünce sonradan gelir. Başta kalbimize çarpmayan bir sanat eseri, bizde derin bir fikri tecessüs de uyandırmaz.
Öğrencilerimin, en çok Haşim üzerinde verdiğim derslere karşı derin bir ilgi duyduklarını farkettim. Ötekilerini vazifeten veya sadece öğrenmek kaygısı ile dinlerlerken; Haşim bahis konusu olunca, adeta değişiyorlar, dikkat kesiliyorlar, en küçük kelimenin tefsirinden büyük bir zevk alıyorlardı. Haşim'de onları tutan, derinden saran bir şey vardı. İtiraf edeyim ki Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri olduğuna inandığım Yahya Kemal bile onlarda aynı içten alakayı uyandırmamıştır.
Piyale mukaddimesinde kendisinin de yakınarak bahsettiği üzere, Haşim'e daha Cumhuriyetten önce şiddetle çatanlar oldu. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, bilhassa Hayat Mecmuasında, açık veya kapalı şekilde, Göl Saatleri şairine, özlenen "İnkılap Edebiyatı' adında bir tenkit kampanyası açıldı. Daha sonra Marksçı tenkitçiler, o hantal ideolojileri ile bu konuda sıraya girdiler…