Su hayatın olmazsa olmazıdır. Genelde su kenarında yeşeren, gelişen, serpilen bir yaşam zamanla kendi kültürünü ve medeniyetini oluşturur. İnsan, hayatın içerisinde suyu arar, su ile hayat bulur. İstanbul'a ilk yerleşimin Sarayburnu'nun o güzelim manzarası olduğunu düşünürsek, bu arayışın altını daha kavi çizmiş oluruz. Tarih boyunca, önemli medeniyetlerin su kenarlarında gelişmesi, suyun cazibesindendir, insan ruhuna verdiği huzurdandır. Fırat ile Dicle gibi kudretli nehirler ya da Marmara, Akdeniz, Ege ve Karadeniz gibi velut denizler, asır be asır önemli var oluşlara davetiye çıkarmış ve sinesinde kadim kültürleri yeşertmişlerdir. Seyirlik bir panoramanın yanı sıra insanlığın yaşam kalitesi ve varlığı için de suya olan ihtiyacı, şehre suyu getirmek için çeşitli mimari yapıların inşasına neden olmuştur. Aslında su kenarında gelişen bir kültür ve medeniyetin estetik algısı, hayatı genel bir kavrayış ile yakalayıp eşyaya bu idrake yansıtırken bundan her "inşa" nasibini almıştır. Suyun serüveni hiçbir kültürde olmadığı kadar İstanbul'da nadide eserlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Kemerlerden ayazmalara, sarnıçlardan terazi ve haznelere, bentlerden maksemlere ve çeşmelerden sebillere uzanan geni; bir mimari alan, kadim bir medeniyetin "oluş"undan nasibini almıştır. "İstanbul'un 100 Su Yapısı", aslında Dünya'da e;ine ve benzerine zor rastlanacak bu nadide eserleri bir araya getiriyor ve İstanbul'un su kültürünün yansımalarını görünür kılıyor. "İstanbul'un Yüzleri Projesi" çerçevesinde, şehrin kuytusunda kalmış ya da her gün önünden geçmemize rağmen dikkatimizden kaçmış nice nadide eseri yeniden İstanbulluların ve okurun ilgisine sunuluyor.

---