Yazar | : | Refik Halid |
Yayın Tarihi | : | 1944 |
Dil | : | Türkçe |
Sayfa Sayısı | : | 163 |
Ölçü | : | 14,5 x 20,5 cm |
Yayınevi | : | Semih Lütfi Kitabevi |
Bahsi Geçen | : | Refik Halit Karay |
Sabaha karşı Beyrut göründü. İskelelere uğramak şartıyla en çoğu bir haftada alınan hu yolu, kereste yüklü, şilep bozması, küçük, köhne vapur -dosdoğru geldiği halde- ancak on günde, güç bela aşabilmişti. Ege denizinde mevsim fırtınalarını yerken Hilmi Efendi, bir aralık ümide kapıldı, "Galiba batacağız, diyordu, kurtulacağım!" Fakat aksi gibi, Rodos önlerinde rüzgâr düştü; Kıbrıs açıklarında ise ılık bir bahar havası başladı; etrafa hoş ve olgun bir koku, yeni kesilmiş geçkince bir karpuz kokusu yayıldı.
Güvertede yataklarını yan yana serdikleri Şamlı yolcu bu rayihanın denize Trablus'taki portakal bahçelerinden sindiğini söylüyordu; ağaçlar çiçekte imiş, bir taraftan yemişler olgunlaşır, pişerken öbür taraftan yeni yetişeceklerin koncaları açılır, bütün Lübnan kıyılarında, şimdi portakal devşirilirmiş...
Memleketinden hudut harici edilen yüzbaşı mütekaidi Hilmi Efendi cennet gibi bir yere gittiğini biliyordu. Meşrutiyetin üçüncü senesinde taburuyla yemeğe gönderilirken Beyrut'ta bir hafta eğlenmiş, hem şehri görmüş, hem de Cebel köylerinde gezinti yapmıştı. Fakat bu sefer, sırtında üniforması yoktu; memleket de artık onun yabancısı olmuştu. Sonra, en kötüsü, elde avuçta ne bulduysa aldığı halde yanında ancak on altı lirası kalmıştı. Varı, yoğu, gelmişi, geleceği hep bu... Karısı ve kızının evde yatak yorgan satıp savarak vapura getirdikleri otuz yedi liradan geriye kalan on altı Türk kâğıdı Suriye parasıyla ancak bir Osmanlı altını tutuyordu. Vapurdakilerden tahkik edip öğrendiği bu borsa oyunu ümitsizliğim arttırdı. "Zahir eller içinde dileneceğim!" diye düşündü; gözlerinin yandığını, dolduğunu, nemlendiğini farketti; yaşları yine gözlerine içirmek, yanındakilere göstermemek için başını vapurun burnundan esen havaya çevirdi...