O günlerde Şeytanın Gör Dediği kitabını hazırlarken, Çetin Altan'a ait binlerce günlük yazı tekrar tekrar gözden geçiriliyordu. Önümüzde inanılmaz çoklukta dosya vardı. Üstelik yazarın yalnızca son on beş yılına ait...
Binlerce yazı arasından yüz tanesini seçmek... Bu öylesine zordu ki; en az on, on beş kitap çıkardı... İşte bu yoğun dönemde, dosyalar arasında bulunan pek çok küçük yazı, mektup ve notla birlikte yazılıp da bir kenara bırakılmış bir çalışma da tekrar gündeme geldi.
Bu kitaba esas olan yedi küçük öykü böyle bir minik dosyanın içinde duruyordu. Bir vakitler, yaklaşık on yıl önce TV'de değerlendirilmek üzere, devamı düşünülerek başlanmış bir ön çalışma... Bir edebiyat çalışmasından daha çok bir vefa borcu gibiydiler... Türk edebiyatının değişik dönemlerindeki yedi ünlü ismi için yapılmış bir çalışma... Çetin Altan'ın bir yazı adamı olarak, yazı adamlarının özel yaşamlarına bakışını yansıtan yedi minik öykü...
"Ben bunları, izin verin tekrar bir düzenleyeyim" dedim. Ve başladım yazmaya. Zaman zaman gözlerim doldu ağladım, zaman zaman güldüm ve hep düşündüm "Acaba ben bu ünlü isimlerden biri olmak ister miyim?" diye. O unutulmaz isimlerin bedellerini ödemek hiç de kolay değildi. Yalnızlık, mutsuzluk ve endişeler; başarı, şöhret ve alkışlarla karışan bir med cezir içinde, büyük çalkantılar yapmıştı onların yaşamlarında. Ödenen bedeller inanılmaz boyutlardaydı. Öylesine kabul edilebilir değillerdi: Ve bunu ancak o yaşamın tarlalarında olgunlaşmış bir yazı adamı anlayabilirdi, o yaşamlarla kendisininki arasında köprüleri ancak o kurabilirdi...
Ben o köprülerin birkaçını gördüm; Tevfik Fikret'in dürüstlüğünün, Ahmet Haşim'in duyarlılığının, Halit Fahri'nin çalışkanlığının, Hüseyin Rahmi'nin mizahının, Refik Halit'in pervasızlığının, Abdülhak Şinasi'nin zarafetinin ve Eşref'in kalender başkaldırısının... Ve hepsindeki sevgi açlığının, özellikle de kadınlardan beklenen sevginin; incecik, her an kopabilecek iplerle örülmüş bir sevginin açlığının…